6 Şubat 2023’te merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık olan ve 04.17’de meydana gelen 7.7 büyüklüğündeki depremden yaklaşık 9 saat sonra, merkez üssü Kahramanmaraş Elbistan olan ve 13.24’te meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremle birlikte sayısız artçı sarsıntılar, 11 şehirde geniş çaplı bir yıkıma neden olmuştur. 20 Şubat 2023’te ise ilk depremlerden en fazla etkilenen iller arasında yer alan Hatay’da, merkez üssü Yayladağ olan 6.4 büyüklüğündeki bir depremle hasarın boyutu daha da artmıştır. Şubat 2023 Depremleri’nin etkileri ve müdahale süreçlerinde yaşanan aksaklıklar, risk değerlendirme ve risk azaltma çalışmalarında bütünleşik yaklaşımların önemi vurgular niteliktedir.
2023 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihinde yaşanmış en yıkıcı depremler sırasıyla 1939 Erzincan ve 1999 Kocaeli ve Düzce depremleri olmuştur. Şubat 2023 Depremleri büyüklükleri, etki alanları ve sebep olduğu can ve mal kayıpları nedeniyle artık ilk sırada yer almaktadır. Bu depremlerin etkilerinin benzerlikleri ve ayrışan özellikleri afet öncesi alınması gereken önlemler ve afete müdahale planlarının alternatifli üretilmesi konularını öne çıkarmaktadır.
Zaman
Risk değerlendirme çalışmalarında zaman değişkeni çoğunlukla geri planda kalmaktadır. Zaman, mevsimsel veya meteorolojik koşullara karşılık gelebildiği gibi gün içindeki hareketlilikle de değerlendirilmesi gereken önemli bir değişkendir. 27 Aralık 1939’da yaşanan Erzincan Depremi ile Şubat 2023 Depremleri’nin etkisi, bölgedeki sert kış koşullarının yarattığı engeller nedeniyle 17 Ağustos 1999 Depremi’ne göre daha karmaşık bir manzara ortaya çıkarmıştır. Öte yandan, yukarıda bahsi geçen depremlerin ilk büyük sarsıntıları sırasıyla 1939 Erzincan 01.57, 1999 Kocaeli 03.02 ve 2023 Kahramanmaraş 04.17’de gerçekleştmiştir. Her üç deprem de bölge halkının evlerinde ve en savunmasız oldukları anda gerçekleşmiştir. Rastlantısal bir şekilde benzer zaman diliminde meydana gelen bu depremler, bundan sonra meydana gelecek depremlerin de benzer zamanlarda olacağı anlamına gelmemektedir. XXI. yüzyılın en yıkıcı depremlerine bakıldığında yerel saatle 2004 Sumatra Depremi’nin 08.58’de, 2010 Haiti Depremi’nin 21.53’te ve 2008 Siçuan Depremi’nin ise 14.28’de meydana geldiği görülmektedir.
Gün içindeki farklı zaman dilimlerine göre kentsel hareketlilik ve mekânsal yoğunlaşma da farklılık göstermektedir. Hafta içi günlerde nüfus hareketliliğine bağlı yoğunluk, öğleden önce ulaşım arterlerinde görülürken ardından çalışma ve eğitim alanlarına doğru geçiş yapmaktadır. Öğleden sonra öğrencilerin okuldan çıkış saatlerinde tekrar canlanan hareketlilik, çalışma saatinin bitimiyle artış göstermekte ve bir süre sonra ise nüfus tekrar konut alanlarında yoğunlaşmaktadır. Hafta sonları ise rekreasyon alanları, alışveriş merkezleri, kültür sanat ve yeme içme faaliyetlerinin bulunduğu alanlarda yoğun araç ve insan hareketliliği görülmektedir. Bu genel sirkülasyon, hava durumuna bağlı değiştiği gibi mevsimlere göre de farklılıklar gösterebilmektedir. Örneğin yaz aylarında veya bayram tatillerinde şehirler arası nüfus hareketliliğinin yüksek olduğu bilinmektedir. Başka bir açıdan bakıldığında bu dönemlerde birçok şehirde turist (yerli-yabancı) sayısının yıl ortalamalarının üzerinde olduğu, ziyaretçilerin bulundukları şehirlerin tehlike ve risklerine karşı gerek mekânla ilgili bilgilerinin az olması gerekse (yabancılar özelinde) dil bariyeri nedeniyle yerel halka göre daha savunmasız olduğu unutulmamalıdır.
Zaman değişkeninin etkilediği bir diğer konu ise yerleşmelere ilişkin veri tabanı güncellemesidir. Bilişim ve uzaktan algılama teknolojilerindeki gelişim sayesinde geçtiğimiz yüzyılda ancak detaylı saha çalışmalarıyla toplanabilecek mekânsal bilgi dakikalar içinde toplanmakta ve analiz edilebilmektedir. Veri tabanlarının oluşturulması kadar güncelliklerinin garanti altına alınması da gerekmektedir. Bu şekilde hem kentsel hem de bölgesel ölçekte risk düzeylerindeki değişimler takip edilerek müdahale alternatifleri geliştirilebilir.
Kök Nedenler
Afetlerin kök nedenleri incelendiğinde ortaya çıkan sorun sadece yapıların performansıyla sınırlı değildir; aynı zamanda politik, ekonomik ve sosyal temellere de dayanmaktadır. Risk azaltma ve afete hazırlık uzun vadeli bir süreci içerir. Ayrıca bu alanlara yapılan yatırımların başarısı çoğunlukla bir felaket yaşandığında ortaya çıkar. Toplumsal taleplerin farklı eksenlerde yoğunlaştığı ve bu eksenlere dayalı politikaların etkili olduğu ortamlarda, afetlere dayanıklı kentlerin şart koştuğu kurallara uymak öncelikli bir tercih olamayabilir. Kök nedenlere ulaşmak için kentsel çerçevede gecekondulaşma, göç ve bölgesel eşitsizlik kavramları gibi konular tarihsel süreçler üzerinden neden-sonuç ilişkileri tartışılarak ele alınmalıdır.
Türkiye’de kentsel risklerin kök nedenleri arasında; yer seçimi kararları, hızlı şehirleşme süreci, imar aflarının ve beraberindeki yüksek riskli yapı stoku ve mevcut yapı denetim problemleri olarak sıralanmaktadır. Örneğin İstanbul’u bugünkü 16 milyon nüfusa ulaştıran süreçte 1980’lerden itibaren Türkiye’nin ortalama nüfus artışının üzerinde bir eğilimin yaşandığı görülmektedir (Şekil 1). Bu farklılaşmanın temel nedenleri arasında İstanbul’un sunduğu iş, eğitim ve hizmet çeşitliliğine bağlı çekici etkenlerin yanında göçle gelen nüfusun terk ettikleri bölgelerdeki kısıtlar ve yatırım eksikliği gibi itici etkenler yer almaktadır. 1980’lerde kent nüfusunun yaklaşık 2,5 kat büyümesine yol açan hızlı göçü takiben barınma ihtiyacının karşılanması konusunda planlamanın geride kaldığı, 1950’li yıllarda büyük şehirlerde görülmeye başlanan gecekondulaşmanın yanında kaçak yapıların da imar aflarından faydalandığı bilinmektedir. 1999 Depremleri’nin ardından konut üretimi ve kentsel dönüşüm uygulamaları toplumun tüm sosyoekonomik gruplarını kapsayıcı bir şekilde tasarlanamamıştır. Bu durum, yoksulluk/ yoksunluk ve zayıf yapılar arasındaki bağlantıyı daha da güçlendirmiş durumdadır.
Şubat 2023 Depremleri’nde etkilenen şehirler üzerinden bir okuma yapıldığında 1970’lerle birlikte ülkedeki sanayi yatırımlarının teşvik edilmesi ve bu bölgelerdeki imalat sanayi kollarının gelişmesi nedeniyle özellikle Adana, Gaziantep, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Hatay’da kentsel alanlara hızlı bir göç yaşandığı görülmektedir. Bu süreçte bahsi konu şehirlerdeki tarım, mera ve orman alanlarına doğru yayılım göstermiştir. 1990’larda ise şehirler, organize sanayi bölgelerinin geliştiği ana ulaşım arterleri üzerinden birbirine daha da güçlü bağlanan bir kentsel sistemler bütünü oluşmuştur. 2000 sonrası dönemde, kentlerin çöküntü ve kaçak yapılaşma alanlarının rehabilitasyonu ile hizmet ve donatı alanlarının gelişmesi amacıyla bir yandan iyileştirme, yenileme ve kentsel dönüşüm süreçlerine bir yandan da kentsel yayılma süreçlerine girmişlerdir. Bu dönem kent merkezlerinde düşeyde hızla yükseldiği döneme karşılık gelmektedir.
Şekil 1: 1950-2020 Arasında İstanbul (mavi) ve Türkiye’nin (turuncu) Nüfus Artışı
Zincirleme Etkiler
Afetlerin zincirleme etkileri üzerine yapılan çalışmalar, geçmiş afetlerden elde edilen bilgilerle bir sonraki afetin potansiyel etkilerini öngörmeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda zincirleme etkilere neden olan unsurlar ve bu unsurlardan etkilenebilecek ögelerin zayıflıkları üzerinde derinlemesine analizler yapılır. Bu analizler olası afetlerin yayılma potansiyelini belirlemekle kalmaz aynı zamanda afet sonrası müdahale ve lojistik süreçlerde karşılaşılabilecek sorunlara da ışık tutar. Zincirleme etki analizi yöntemi özellikle çoklu tehlikelerin karmaşık etki sistemini çözümlemekte önemli bir role sahiptir. Bu yöntem afet müdahale sistemleriyle sınırlı kalmamakla beraber doğal tehlikelere maruz kalmış yerleşim alanlarının temel planlama ölçütlerine de katkıda bulunmaktadır.,4
Zincirleme etkiler kapsamında doğal tehlikelerin tetiklediği doğa veya insan kaynaklı olayları da unutmamak gerekmektedir. Örneğin depremlerin tsunami ve toprak kaymasını tetikleyebilmesinin yanı sıra sanayi tesislerinde ve kentsel alanlarda yangın ve patlamalara neden olduğu geçmişte birçok örnekte görülmüştür. Bu nedenle kentsel ve bölgesel ölçekte yapılan risk değerlendirme çalışmalarının bütünleşik tehlike analizleri bağlamında yapılması gerekmektedir. Ayrıca yukarıda bahsedilen zaman değişkenine bağlı meteorolojik koşullara ilişkin müdahale senaryolarının da oluşturulmasında fayda olacaktır.
Sistemik Riskler
Sistemik riskler, afetlerin neden olduğu yıkımın sonucunda ortaya çıkan kayıpların birbirine bağlı sistemlerin işleyişini aksatarak veya bozarak olumsuz etkilerinin yayılımını tanımlar. COVID-19 Pandemisi, bu tür sistemik risklerin anlaşılabilmesi için önemli bir örnektir. Pandeminin yayılmasını kontrol altına almak amacıyla alınan tedbirler, üretim ve tedarik zincirlerini etkileyerek küresel ölçekte aksamalara neden olmuştur. Bu etkinin dünya çapında hissedilmesindeki temel neden, küreselleşme süreciyle birlikte ülkelerin ve şehirlerin gelişmiş ağ sistemleriyle birbirlerine daha bağlı hâle gelmiş olmalarıdır. Bu ağlar aracılığıyla dünyanın farklı noktalarında üretilen ürünler başka yerlerden ithal yahut başka yerlere ihraç edilebilirler. Ancak bu gelişmiş ağ sistemleri aynı zamanda yerel sorunları da aynı sistem üzerinden geniş coğrafyalara yayma potansiyeline sahiptir. Küresel krizlerin temel nedenleri ve sonuçları göz önüne alındığında sistemik risklerin ne kadar kritik olduğu açıkça görülmektedir.
1999 Depremleri’nin Türkiye’nin sanayi üretimindeki öncü illerinden Kocaeli’de geniş çaplı bir yıkıma neden olması sonucunda yalnızca depremden etkilenen bölgede değil ülke genelinde ara ürün temininde maliyetlerin yükselmesine ve üretimde aksaklıklara bağlı sıkıntılar yaşanmıştır. Şubat 2023 Depremleri’nin orta ve uzun vadeli etkilerinin de benzer yapıda yansımalara sahip olacağı öngörülmektedir. Afetlerin sistemik etkileri geçici ve kalıcı göçler üzerinden de değerlendirilmektedir. Örneğin Şubat 2023 Depremleri’nin ardından başta Ankara, Antalya ve Mersin olmak üzere yaklaşık 5 milyon depremzedenin başka illere göç ettiği tahmin edilmektedir.
Organizasyon
1999 Depremleri’nin ardında yürürlüğe giren sayısız yasal düzenlemenin yanı sıra 2009 yılında Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) kurulmuştur. 2014 yılında AFAD tarafından hazırlanan Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) ile ulusal ölçekli bir müdahale planı ilk defa oluşturulmuştur. Ulusal düzeyde müdahale kapasitesinin arttırılması ve eşgüdümün sağlanması anlamında güçlü bir çerçeve sunan bu planın yerel ölçekteki yansımalarında kopukluklar bulunmaktadır. Çoğunlukla, üst ölçekte verilen kararlar doğrultusunda oluşturulan afet müdahale sisteminin ve yereldeki uygulama araçlarının tam anlamıyla anlaşılamaması bu çalışmaların kağıt üzerinde kalmasına neden olmaktadır. Bu sebeple yerel yönetimler afet müdahale sisteminde kendilerini tam anlamıyla paydaş olarak tanımlayamamaktadır. Öte yandan, orta ve küçük ölçekli yerleşmelerin yönetimlerinin büyük bir kısmının, yalnızca afet müdahalesi anlamında değil genel belediyecilik anlamında da sınırlı kaynaklara sahip olduğu unutulmamalıdır.
Sonuç
Depremlerin doğrudan ve dolaylı etkileri dikkate alındığında yalnızca depremden fiziksel hasar alan yerleşmelerin değil aynı zamanda kentsel ağ sistemleri üzerinden geniş bir coğrafyanın etkilendiği yaşanmış birçok afette görünür olmuştur. Öte yandan kentlerin ve kentsel sistemlerin dinamik yapılar olduğu gerçeği, konu alanında yürütülecek çalışmaların da zamana bağlı eğilimleri ve değişimleri kapsaması gerekliliğini ortaya koymaktadır.
1999 Depremleri sonrasında hayata geçirilen yasal düzenlemeler ve geliştirilen örgütlenme modelleri, risk azaltma ve afet müdahale süreçlerinin tanımlanması anlamında önemli katkılar sunmuştur. Ancak farklı paydaşların bir arada çalışarak ortak çözüm üretiminde bulunabilecekleri araştırma, geliştirme ve uygulama ortamı henüz olumlu etkilerinin görülebileceği bir seviye ulaşamamıştır.
1 PARATUS. (2023). D.1.1.Report on participatory workshops in the four application case study sites, including impact chains diagrams for each analysed event https://www.paratus-project.eu/
2 İ.T.Ü. (2023). 6 Şubat 2023 depremleri nihai rapor https://haberler.itu.edu.tr/haberdetay/2023/03/24/itu-den-2023-nihai-deprem-raporu
3 Kundak, S. (2023). Resilience in the shadow of systemic risks. Journal of Design for Resilience in Architecture and Planning, 4(1), s. 51-64. https://doi.org/10.47818/DRArch.2023.v4i1079
4 Göksu, Ç. ve diğ. (2023). A comparative impact chain analysis of 1999 Kocaeli and 2023 Kahramanmaraş earthquakes. Journal of Design for Resilience in Architecture and Planning, 4 (Special Issue), s. 51-64. https://doi.org/10.47818/DRArch.2023.v4si109.