Göç, Mülteci, Pandemi ve İklim Krizi

Hakan Bilgin
Dünya Doktorları Derneği Başkanı

2011’de başlayan Suriye Krizi, insanlığın hâlen kanayan yarasıdır. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen kriz, iyileşme eğilimi bir yana daha da derinleşen, öngörülemez ve maalesef olumlu olduğunu söyleyemeyeceğimiz süreçlere doğru ilerlemektedir. Diğer taraftan 2019 itibarıyla Çin’de baş gösteren ve ardından tüm dünyayı kasıp kavuran COVID-19 pandemisi milyonlarca can almış, aşı ve tedavi süreçlerinde önemli ilerlemeler olsa bile adaletsiz dağıtım ve patentler nedeniyle aşıların yoksul ülkelere ulaştırılması konusunda dünya maalesef iyi sınav verememiştir.

Bütün bunlarla beraber on yıllardır süregelen ve etkilerini son yıllarda daha da güçlü hissettiren iklim değişiklikleri sadece 2021’de ülkemizin kuzeyinde çok kuvvetli sel felaketlerine sebep olurken güneyinin ise orman yangınlarıyla boğuşmasına sebebiyet vermiş, bizi ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya bırakmıştır. Ağustos’ta Kastamonu, Sinop ve Bartın’ı etkileyen sel felaketlerinde seksen iki insanımız hayatını kaybederken yine aynı dönemde Ege ve Akdeniz Bölgeleri’nde meydana gelen ve iki hafta boyunca devam eden orman yangınları, tüm canlıların yaşam kaynaklarını kül etmiştir. Bu durum ülkemizde böyleyken dünyanın her yerinde de aynı şekilde hayatı olumsuz etkilemiş, göç kervanına bir de iklimden etkilenen kitleler eklenmiştir. Ayrıca İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle insanlığın kabul ettiği temel haklara mugayir yönetimler; insanların hür ve insanca yaşama tercihlerine müsaade etmeyen, özellikle kadın ve çocukları can güvenlikleri konusunda korku ve endişeyle karşı karşıya bırakan şiddet ve baskı yanlısı anlayışla halklarına mülteci olmaktan başka çare bırakmamıştır. Bu durum, bugün insanlığın çözüme kavuşturması gereken daha pek çok problem gibi dünya gündeminde hak ettiği yeri bulamamıştır.

Taliban’ın iktidarı ele geçirmesiyle Afganistan’da ortaya çıkan yeni durum, zaten yıllardır ızdırap altında hayatlarını sürdürmeye çalışan Afgan halkının yeni bir göç dalgasıyla Pakistan ve İran üzerinden Türkiye’ye ve ardından Avrupa’ya geçme ve nihayetinde huzurlu bir hayat kurma hayalleriyle genç yaşlı demeden yola koyulmalarına neden olmuştur. Ülkemiz de Suriyeli mültecilerin üzerine ilave bir Afgan mülteci göçünün yarattığı şoku göğüslemekte son derece zorlanmaktadır. Öte yandan Suriye’nin İdlib bölgesinde karşılaşılabilecek potansiyel bir karışıklıkla üç milyonluk ilave bir göç dalgası riski de mevcuttur.

Yukarıda tek nefeste söyleyebildiğimiz bütün bu olanlar, buz dağının yalnızca görünen yüzüdür.

Göçle yola koyulan mültecilerin sağlık, koruma ve eğitim gibi ihtiyaçları şöyle dursun, sığındıkları ülkelerde ev sahibi toplulukların bu süreci kabul etmesine yönelik uyum çalışmaları da hâlâ orta yerde bir sorun olarak durmaktadır. Hâl böyleyken savaş ve göç koşullarında yaşadıkları acı günler nedeniyle derin bir ruhsal ve psikolojik yıkım altında kalan insanların alması gereken psikososyal desteği sağlayacak kapasitenin yetersizliği, dil bariyeri ve kültürel farklılıklar işi daha da zorlaştırmaktadır. Bunlara ilaveten etkilenen gruplar arasında madde kullanımının gözlemlenmesi, bu konuda derin ve detaylı bir araştırma yapılmasını gerekli kılmaktadır.

Bu ahvalde resmî verilere göre ülkemizde kayıt altına alınmış 3.738.032 geçici koruma altındaki Suriyeliye hizmet götüren kamu ve sivil toplum kuruluşlarıyla yerel yönetimlerin iş birliği ve koordinasyon içinde çalışması, kaynakların daha verimli kullanılmasında, doğru yerde ve zamanda müdahalelerde bulunulmasında çok önemli bir yer tutmaktadır. Hâlihazırdaki mülteci yükünün artacağını, iklim değişikliklerinin olumsuz etkilerinin iyimser bir öngörüyle bile yüzyıllar sürebileceğini öngörerek daha planlı ve yüksek kapasiteye ihtiyaç duyduğumuz aşikârdır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Raporuna göre 2008’den bu yana her yıl yaklaşık 21,5 milyon kişi sel, fırtına, kasırga ve aşırı kuraklık gibi hava şartları sebebiyle göç etmek zorunda kalmıştır. 2020’de yayımlanan Dünya Afet Raporu ise iklim ve hava bağlantılı afetlerin sayısının 1960’lardan beri yükselmekte olduğuna, 1990’lardan bu yana ise yaklaşık yüzde otuz beş arttığına dikkat çekmişti. Ülkemiz de göç yolları üzerinde bulunması sebebiyle iklim krizi kaynaklı oluşacak göç etmek zorunda kalan insan seliyle karşılaşma riski taşıyan ülkelerin başında gelmektedir. Bu bağlamda uluslararası toplumun, bedelini yine yoksulların ödeyeceği iklim göçünden kaçınmak için uygun hazırlıkların ve yatırımın yapılmasına yönelik gereken adımları acilen atmaya başlaması bir zarurettir.

Tüm bunlarla beraber bütün dünyada salgının etkisiyle üretimin yavaşlaması, tedarik zincirindeki kopmalar veya aksamalar, ülkelerin ekonomik krizlerle boğuşması ve diğer politik nedenler insani yardım camiasının işini son derece güçleştirmektedir.

Üstelik üzülerek tecrübe ediyoruz ki insani krizin acımasız etkilerine maruz kalan bu insanlar maalesef bazı ülkelerin iç ve dış politika gündemlerinin malzemesi hâline gelmiştir. Bu yaklaşım, dünyada devletler arası veya devletlerle silahlı ayrılıkçı gruplar arasında cıkan savaşların ve anlaşmazlıkların ateşini koruklemekte, milyonlarca insanın kimi zaman kendi ülkelerinde yerinden edilmesine kimi zamansa ülkelerini terk etmek zorunda kalmasına yol açmaktadır.

Son yıllarda ortaya çıkan büyük insani krizler açlıkla susuzlukla ve yoksullukla mücadele eden Afrika ülkelerinin dertlerini neredeyse unutturmuştur. Bu bölgelere gönderilen yardımlar azalmıştır. Diğer taraftan salgının ve yoksulluğun acı etkisi bu bölgelerdeki göç akımını arttırmıştır. Zengin ve kalkınmış ülkelere yönelik göç baskısı karşısında sert tedbirler alınması, bu ülkelere mülteci kabulünün engellenmesi ve Avrupa sınırına girmeye çalışanların geri itilmesi insanlığın vicdanı önünde devasa bir yüz karası olarak öylece durmaktadır. Bu çerçevede uluslararası kamuoyunun sesi oldukça cılız ve beklenen çözümlerden çok uzak noktadadır. Zengin ve kalkınmış ülkeler, kendi nüfuslarından çok daha fazla aşı ve gıdayı stoklarken bu mücadelede ekonomik gücü olmayan ülkelerde yaşayan halklar her zaman olduğu gibi yalnız bırakılmış ve bu ülkeler Omicron varyantının da gösterdiği üzere COVID-19 salgınının yeni varyantlarının oluşumu için bir merkez üssü hâline gelmiştir.

İnsani yardım alanının küçük bir parçası olan Dünya Doktorları, Türkiye ve Suriye’nin Afrin ve İdlib bölgelerindegörevli 77 medikal, 69 idari ve yardımcı personel olmak üzere toplam 146 personeli ve 12 birinci basamak sağlık merkeziyle hizmet vermeye devam etmektedir.

Aralık 2021 itibarıyla toplam 92.532 doğrulanmış COVID-19 vakası bulunan Kuzeybatı Suriye’de şu ana dek COVID-19 kaynaklı 2.266 ölüm kayıtlara geçmiş durumdadır. Yalnızca bu bölgede toplamda 321.048 PCR testi yapılırken Ağustos-Ekim 2021 arasında ülke, pandeminin en şiddetli dalgasını yaşamış ve test pozitiflik oranı %61’e kadar yükselmiştir. Başlangıcından bu yana on yıldan fazla süredir devam eden savaşla yıkıma uğramış Suriye’de de pandemiyle mücadele eden Dünya Doktorları, Afrin ve İdlib’de bulunan PCR laboratuvarlarıyla günlük 300-600 test sayısına ulaşarak mücadelesine devam etmektedir.

Kliniklerimiz ve mobil ekiplerimizce sunulan birinci basamak sağlık hizmetleri, psikososyal destek, koruma hizmetleri ve farkındalık çalışmaları aracılığıyla sadece geçen yıl Eylül 2020-Eylül 2021 arasında 141.580 konsültasyon hizmetiyle 89.195 kişiye sağlık hizmeti sağlamıştır. Suriye ve Türkiye’deki programlarında 2017’den 2020 sonuna kadar 1.367.000 kişiye doğrudan hizmet ulaştıran ve 82.306.884,80.-TL değerinde ilaç ve tıbbi malzeme sağlayan Dünya Doktorları’nın tek başına ulaştığı bu rakamlar dahi bölgede yaşanan krizin ne denli büyük olduğunun, hâlen devam ettiğinin ve daha fazla kaynağa ihtiyaç duyulduğunun açık bir göstergesidir. Mevcut durum karşısında şüphesiz ve maalesef ki yapılanlar kifayetsiz kalmaktadır.

Sivil toplum kuruluşları olarak meseleye odaklandığımızda görüyoruz ki kriz öncesi geleni görmek ve önlemler almak krize müdahale etmekten çok daha etkili olacaktır. Gerek doğal afetler gerekse yukarıda saydığımız diğer insani krizler için her zaman canlı tutulacak iletişim kanalları, koordinasyon, bilgilendirme ve savunuculuk faaliyetleri kriz öncesinde ve sonrasında çok faydalı olacaktır. Kriz hâlinde anında müdahale etmek için kapasiteyi arttırmak ve oluşabilecek olumsuz etkilerin en aza indirgenmesi adına uyum ve rehabilitasyon çalışmalarıyla saha düzeyinde akademik araştırmalar yaparak göç literatürünü ulusal ve uluslararası alanda geliştirmek de akla gelen çalışmalar arasındadır.

Önümüzdeki dönemde umut verici güzel tablolar tasvir etmeyi çok isterdim ama şu hâliyle görülüyor ki insanlık için zaten çok zor geçmekte olan sınav, dünyanın çeşitli bölgelerinde devam eden savaşlar, artan yoksulluk, bulaşıcı hastalıklar ve iklim değişikliğinin etkisini ciddi bir düzeyde göstermeye başlaması nedeniyle daha da zorlaşacaktır.

Her hâl ve şartta insani yardım çalışanlarının umut, gayret ve sevgi dolu çalışmalarının dünyayı her yönüyle daha temiz bir iklime taşıyacağına inanarak bu umutla daha çok çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezleri kullanmaktayız.    Daha Fazla Bilgi